bugün

entry'ler (17)

kent meydanı avm

etrafındaki diğer çirkin betonarme binalarla, yıkılıp ormanlaştırılması gereken yapılar topluluğu. rant... trafik... kaos... etrafında dolaşırken kendini bir arap ülkesinde zannediyorsun.

muhit o kadar koca koca çirkin binalarla dolu ki... bu çirkinliği ağaçlar paklar. gelişmiş ülkelerde şehir merkezleri, ormanlarla içiçedir. bu kurala uyun. yerine başka bir rant planı ile bursa'ya ihanet etmeden kent meydanı avm'yi, çevresindeki çirkin binalarla yıkıp yerine orman yapın.

zafer plaza

şehir nedir? kent nedir? ve bunların kalbi yani şehir merkezi, kent merkezi insanlar için neden önemli?

londra, roma, paris, barcelona, moskova, new york gibi güzel ve tarihi şehirlerin merkezlerinde, o şehrin kimliğini taşıyan 500 senelik bir yapının yanı başında zafer plaza gibi saçma bir yapı göremezsin. çünkü gelişmiş toplumlar kendi ağaçlarını, heykellerini, tarihi eserlerini, kültürünü talana, ranta peşkeş çekmezler. bizim gibi tüketen toplumlar değil, üreten toplumlardır.

nedir zafer plaza? insanlar buraya gelecek, burada oturup yiyecek, harcayacak, tüketicek, hiçbirşey üretmeden boş boş zaman öldürecek! ve bazıları, o paraları harcayanların büyük kısmının hayatında hiç göremeyeceği kadar zengin olacak. ve bu döngü bu cahil toplum ortadan kalkana kadar devam edecek. bu başlıkta bu saçma yerle ilgili iki üç tanesi dışında, yazılanları okuyunca insan gerçekten çok üzülüyor.

pirinç han'ın batısında onun iki katı bu avm nasıl yapılır? bir şehrin tarihi nasıl ayaklar altına alınır? yani bursa gibi tarihi bir şehirde, o tarihi silüetin tam ortasında böyle büyük bir alanda, tüketim merkezi bir avm sadece geri kalmış toplumlarda olur. yukarıda tophane var. yanı başında bir sürü han, hepsi de 500-600 senelik. bu kafayla sadece şehrin kalbini işgal eden 3-5 patron zengin olur. ama sen o hanların, o 500-600 senelik yapıların arasında yükselen saçma betonarme binaları kamulaştırıp ağaçlandırırsan, zafer plaza'yı kaldırırsan şehir kazanır.

inönü caddesi

bursa'daki heykel'den (kuzeye istanbul'a doğru) başlar. kuzey-güney doğrultusunda tek yön akar. heykel'den aşağı indikçe merkezden uzaklaşırak eski yalova yolu'na bağlanır. atatürk caddesi'nden eve yürürken, solda inönü caddesi, sağda setbaşı'na giden atatürk caddesi'nin devamı niteliğindeki yol olarak ikiye ayrılıyor. eve giderken setbaşı'na sapmak varken inönü caddesi'nden gitmeyi tercih etmiyorum. bu yüzden yol 10 dakika uzuyor. ama olsun. oradan da yeşil yapıp aşağı iniyorum.

insanların yaşamak için ihtiyacı olan oksijeni ağaçlar üretir. bu yüzden her yere orman yapmalıyız. ama siz her yere beton döküyorsunuz. asfaltla toprakları kapatıyorsunuz. yağmur suları toprağa ulaşamadan betondan, asfalttan yollarda buharlaşıp havaya karışıyor. para, rant, peşkeş için toprakları, ağaçları, ormanları yok ettiniz! bunlar türkiye genelinde böyle.

inönü caddesi'nde, sağlı sollu 9-10 katlı saçma işhanları beliriyor. zamanında bu işhanları şehrin zenginleri tarafından kapılan arsalarda yükselmiş. bugün bilgisayar ve teknoloji çağında, hiçbir işlevleri yok bu taştan gri betonların. ileride torunları "dedem o arsayı alsaymış..." demesinler diye zamanında birileri almış. torunları da bugün kaymağını yiyor. ama böyle olmaz! tüm şehrin kazanması, birkaç kişinin kazanmasından daha önemli.

bu caddeden aşağı inerken soldaki bu işhanlarının arkası hanlar bölgesi. sağ tarafındakilerin arkasında gökdere'ye kadar yer yer eski tarzda yapılmış çok güzel evler var. bunların ortaya çıkması için bu işhanlarının, caddeye çıkan sokaklardaki betonarme binalarla beraber yıkılıp ağaçlandırılması gerekiyor. bu şehre nefes aldırır. şehrin tarihini, kimliğini, yeşilini, havasını ortaya çıkarır. tabi bunu yapacak yöneticilerin, benliklerini tamamen ranttan arındırmaları şart. böyle yöneticiler de iyi eğitim alan gelişmiş toplumlardan çıkar!

bu caddedeki eski tekel, bugünkü sgk'yı geçip köprüyle, aşağı doğru indikçe bu kez sağlı sollu kaportacılar vardır. bunlar gürültüsüyle, egzozdu, boyalarıydı, spreyleriydi yaydığı gazlarıyla, içiçe yaşadıkları çarpık yapılaşmış konutlardaki insanların sağlığını, huzurunu olumsuz etkiler. bunlar sanayi bölgelerine yollanmalıdır. bu işletmeler yıkılıp ağaçlandırılarak görüntü kirliliği ve çevre kirliliği yok edilmelidir. ama az önce de bahsettiğim gibi, bunu yapacak kendini ranttan arındırmış yöneticiler, iyi eğitim alan gelişmiş toplumlardan çıkar!

gökdere pazarı

çevresiyle yıllardır buram buram geri kalmışlık kokan türkiye köşelerinden biri. çöp dolu pis bir dere... lağım akıtılan bir dere... dereyle birlikte dizilen kaportacılar... ki üst katlarında 5 katlı depreme dayanıksız apartmanlar vardır. sesiyle, zehirli gazlarıyla şehir içinde olmaması gereken manzaralar tabi ama geri kalmış ülkelerde yerleşim bölgeleriyle içiçeler! başarılıyım diye geçinen yöneticilerin umrunda değil tabi bunlar. bunlara kötü ve yobaz bir muhiti de ekleyelim. burada pazartesileri giysi, cumaları sebze-meyve pazarı kurulur. bu kalabalıkta civar caddeleri kitler. madde bağımlılarını da ekleyelim. tüm bu yazdıklarımla neresinden baksan geri kalmışlık... neresinden baksan olmaması gereken...

edit: bisiklet pazarı 700 metre aşağıya yine gökdere kenarında atıcılar'a kaydırılmıştı. orada pislik kuş pazarıyla beraberdi. mütahitler yakınlarına siteleri dizince oradan da samanlı'ya gitti galiba. ama bisiklet pazarı da pislik bir yerdi. gökdere'de de. atıcılar'da da.

2000 yıllık antik kenti akp tarzı restore etmek

ihanet! skandal! adaletin gerçekten var olduğu ülkelerde, bu tarz ihanetlerin cezası hapistir. adalet, bir suçun bir daha işlenmesini göze alınamayacak şekilde cezalandırılmasını gerektirir. tüm sorumlular adaletin önünde hesap vermeli. çünkü bu suçun para için işlendiğini hepimiz biliyoruz.

bu skandal tarihe, insanlığa ve anadolu'ya ihanettir!

bulunduğun ili birkaç kültürüyle anlat

bursa'nın ne yazık ki az tanınan çok sayıda yerel lezzeti vardır. kendine özgü bu kadar çok sayıda, sokakta satılan yiyeceğe sahip bursa gibi 3 milyonluk bir şehir daha olmayabilir. tabi bu bildiğin pazarlama başarısızlığı. bursa'lı değilseniz ve şehrimize gelecekseniz, daha önce tatmadığınızı tahmin ettiğim bu listedeki yemeklerin menünüz olmasını tavsiye ederim:

(bkz: pideli köfte)
(bkz: cantık)
(bkz: tahinli pide)
(bkz: bağdat hurması)

iskender kebap ve kestane şekerini meşhur oldukları için yazmadım. bu ikisini yiyecekseniz, pahalı olsa da kendi esas imalathanelerinden almanızı tavsiye ederim. zira birçok yerde ucuz olsa da gerçekten orjinali ile alakası yok.

han

uludağ üniversitesi'nin, mimari açıdan en güzel öğrenci cafesi olma özelliğinin önüne geçecek kadar kazıkçı.

kilise mimarisinin camii mimarisinden iyi olması

iki dinin doğuş tarihleri arasındaki süreyi göz önüne alalım. hristiyanlık kudüs ve çevresinde doğdu diyelim. ve genişlemesi roma imparatorluğu'na yani kuzeye doğru gerçekleşti. kudüs ve suriye'den sonra uğradığı kilit nokta kadim anadolu coğrafyası oldu. hristiyanlığın yayılmasına öncelik eden insanların, konakladığı han ve benzeri yapılar, zamanla manastır ve benzeri yapılara evrildi. ve bu yapıların bir parçası da kiliselerdi.

hristiyanlık anadolu'ya yayıldıkça manastır ve kiliselerin sayısı arttı. hristiyanlık yayıldıkça anadolu'daki bu dini kabul eden aileler çocuklarının, bu yapılarda din adamı veya kadını olarak yer alması için birbiriyle yarıştı. kaçınılmaz olarak hristiyanlık da yayıldığı her coğrafyanın kültüründen etkilendi. bu etkilenmeden mimari de nasibini aldı. bu sürecin sonunda bir ermeni icadı olan kubbe, kiliselerin vazgeçilmezi oldu.

anadolu'nun her yerine hristiyanlık zamanla yayıldı. ta ki kavimler göçü ve malazgirt savaşı'na yani biz türkler anadolu'ya gelene kadar. böylece islamiyet anadolu'ya hızla yayılmaya başladı. ama göçebe olan türkler mimari bilimine hakim değildik.

halktan insanların konaklayacağı evler ve halkı yönetenlerin konaklayacağı saraylar, daha önce o topraklarda yaşayan medeniyetlerin inşa ettiği yapıların aynısı oluyordu. tıpkı islam ibadethaneleri gibi. ama islamdaki ezan yani bir insanın diğer insanları ibadet etmeye çağırmak için çan, çalgı veya başka bir alet kullanmadan onları çağırması gerekiyordu. bu ihtiyaç da hristiyan ibadethanelerinde olmayan minareyi doğurdu.

anadolu'daki fethedilen topraklardaki kiliselerin önemlileri minare eklenerek camiye çevriliyordu. tarihten silinen roma imparatorluğu'nun, mirasçısı osmanlı imparatorluğu'nun üzerine konduğu hazinenin bir parçası da mimariydi. ve üretilen mimarinin önceki medeniyetin izlerini taşıması da gayet normaldir.

ama iki dinin ibadet ederkenki prensiblerinden doğan farklılıklar yapılara da yansıdı. bir hristiyan ayakkabılarını çıkarmadan kiliseye girer ve içerideki sandalyelere oturur. bir müslüman ise ayakkabılarını kapıya bırakarak camiye girerek yerdeki halı ve kilimlere oturur. ibadetlerdeki ortak nokta yaratıcı ile başbaşa kalmak. kiliselerde bu iş için biraz daha karanlık bir ortam oluşturulurken, camilerde tam tersi tercih edilmiştir.

bir sürü kilise ve cami var dünyada. ama en önemlileri üzerinde yaşadığımız topraklarda bulunur. insan kendi annesini, babasını, memleketini seçemez. dolayısıyla da içinde yaşayacağı kültürü de önceden seçemiyor. mantıklı olan farklılıklara gülümseyerek bakmakken, faşist veya holigan akımlara kapılmak hiç de insani değil.

gökdere

uludağ'dan doğup bursa ovası'na akar. nüfus az iken daha çok akarmış. bugün yaz mevsimi kuruyor. diğer mevsimlerde kar ve yağmur sularının yer altına karışmak için kullandıkları bir yol gibi. kanalizasyona bağlanması adının, yukarıda 2.entrydeki gibi anılmasına neden olmuş.

şehreküstü ve demirtaş paşa'dan sonraki istasyondur. setbaşı köprüsü ile meydancık arasındaki gökdere kenarı, küçük tahta köprüsü ve yeşilliğiyle bursa'nın en güzel ama ne yazıkki en az ziyaret edilen parkıdır. madde bağımlıları yerine normal vatandaş sayısı daha çok olmalı. gökdere bir dere değil de bir yerleşkeyi, ifade etmek için kullanılırken yine bu muhit tarif edilir.

gökdere kaynağından çıkıp, şehrin ortasına iner. setbaşı'dan sonra ovaya doğru yardırdıkça şehrin merkezinden uzaklaşır.

kurtuluş caddesi

bursa, yıldırım'daki tahminimce 2 belki 3 km kadar uzunluğunda bir cadde. depreme dayanıksız sağlı sollu 7 katlı betonarme ve bitişik halde binaları bulunur. gökdere boyunca uzanır. dere yatağında bulunmasından ötürü zemini yumuşaktır. tabi bursa genel olarak, kendi ovasına düzensiz yayılan bir şehir ve kalitesiz konutlar yumuşak bir zeminde. bu caddeye çıkan küçük ara sokaklarda da 5-6 katlı depreme dayanıksız yapılar mevcut.

bunca saçma ve yüksek bina, caddeye inen yokuşların birinin, tepesindeki yıldırım beyazıt'ın yaptırdığı osmanlı yapılarını gölgelemekte ve değerini azaltmaktadır. o kadarki mezarları bursa'da bulunan osmanlı padişahları içinde turistlerce en az ziyaret edileni yıldırım beyazıt. bu durumun kendisinin tarih sahnesinden, büyük bir başarısızlıkla silinmesiyle birleşmesi de var. bu tepe ve bu caddenin çevresi yeşil alan ve ağaç açısında fakir. düzensiz yerleşmenin yoğun olduğu bir bölge.

düzensiz yapılaşmanın ortadan kaldırılması ve çevredeki ağaç sayısının arttırılması bursa adına önemli. tabi bu bütün ülke için geçerli.

koşu

bu akşam kurtuluş caddesi'ndeki evimin önünde 23:08'de gökdere'nin yanından setbaşı'na doğru koşmaya başladım. setbaşı kütüphanesi'nin oradan ipekçilik caddesi'ne girdim. o bayırı yarısına kadar koşup, çelebi mehmet lisesi'nden sağa saptım. eşrefiler sokak'tan, eşrefiler caddesi'ne geçtim. temenyeri'nden köprüyle, yıldırım'dan osmangazi'ye geçtim. tam maksem caddesi'nden inecekken, sağa saparak çinkolu kahve sokak'a girdim. oradan sola saparak ibrahim paşa camisi'nin oradan, bursa ticaret lisesi'nin arkasına doğru koştum. oradan bursa kız lisesi'ne inmeden, bursa erkek lisesi ile bursa ticaret lisesi'nin arasından maksem caddesi'ne koşmaya devam ettim. maksem'den, ulucami'ye indim. oradan atatürk caddesi'ne koştum. tam heykel'den setbaşı'na doğru gidecekken, inönü caddesi'ne girdim. oradan kayhan caddesi'ne girerek hızımı arttırdım. gökdere medresesi'ni de geçerek tekrar gökdere'ye indim. gökdere'nin sağından tekrar kurtuluş caddesi'ne girerek, 23:38'de evimin önünde bu 30 dakikalık koşu antremanımı sonlandırdım. kapımın önünde 10 dakikalık açma germenin ardından, evde de 50 x 2 olmak üzere 100 tane şınav çektim. şimdi de oturdum bunları yazarak dinleniyorum.

eskiden kültürpark'ta 30 dk koşardım. sonra kültürpark'a giderken ve dönerken harcadığım zamandan tasarruf etmek için, evimin önünden koşmaya başlayıp, yine evimin önünde koşmayı bitirmenin daha mantıklı olduğunu gördüm.

koşu en kolay spor. ciddi bir sağlık problemi olmayan her insan, 2 günde 1 olmak üzere haftada 3 gün bu sporu gerçekleştirebilir. 20 dakika hafif tempoda, parmak ucunda koşmak bile ömrü uzatır. bu disiplin sigarayı bıraktırır.

zekat

zekat toplum için en faydalı ibadet ama en az yapılanı. osmanlı eserlerindeki sokak çeşmelerinde, musluğun biraz üstüne bir oyuk yapılırdı. zengin o oyuğa gece karanlığında, kimse görmeden zekatını bırakırdı. tabi o zamanlar sokak lambası yok. yine gecenin karanlığında, kimse görmeden ihtiyacı olan o oyuktan zekatını alırdı. ne veren kime verdiğini bilirdi... ne de alan kimden aldığını. orasını bilmek yalnızca yukarıdakine kalırdı. şimdi olsa o oyuklara zengin zekat bırakmaz, fakir bırakır da... bıraktığını ilk almaya en zengin olanları koşup gelir. artık herkes ya zengin, ya fakir... çala çala orta sınıf bırakmadılar!

sen namazını kıl da, zekatını da ver ama.

sergen yalçın

keşke galatasaray'lı olsaydı. kendisi türkiye'nin hagi'sidir benim gözümde. galatasaray 90'lı yılların sonunda oluşturduğu proje sayesinde avrupa'da iki kupa kazandı. ama şampiyonlar ligi şampiyonu olamadı. bunun nedenlerinden biri de sergen yalçın'ın bu projeye dahil edilememesidir! o projeyi planlayanlar bunu başaramadılar. çünkü o efsane kadroda her mevkinin alternatifi vardı. ama hagi'nin yoktu. hagi bütün maçlarda oynuyor, dinlenemiyordu. bu yüzden şampiyonlar ligi şampiyonu olunamadı. o efsane galatasaray kadrosunda sergen gibi beşiktaş'lı, fenerbahçe'li futbolcular da vardı. ama sergen yalçın yoktu. yazık. yazık oldu. o kadar beşiktaş'ta oynadı ne geçti beşiktaş'ın, türk futbolu'nun eline? sıfır! beşiktaş'ta oynadığı kadar galatasaray'da oynasaydı... galatasaray en az iki şampiyonlar ligi şampiyonluğu kazanırdı. evet. sergen yalçın bir beşiktaş efsanesidir. ama sergen yalçın bir galatasaray efsanesi olmalıydı.

yerde para bulmak

üstünde atatürk olduğu için hemen yerden alırım. ufak miktarsa ihtiyacı olana marketten gıda maddesi alırım. şimdi ona para verirsem sigara, alkol falan alır belki. büyük miktar ise sahibinin bulunması için polise teslim ederim.

sözlük yazarlarının itirafları

dün akşam saat 10 suları. her zaman ki gibi heykel'deyim. atatürk caddesi'nde dolaşıyorum. maksem caddesi'nin girişinde, postanenin orada tek başıma oturuyorum. hatta orada eskiden bir büfe vardı. böyle ufak el arabasıyla çorba dağıtıyorlar. yanıma geldiler. "bir tane ister misiniz" dediler. "olur" dedim. yanında böyle ufak yuvarlak ekmek de verdiler. kaşıkta verdiler ama plastik diye almadım. kaşığa gerek yok zaten öyle bardak gibi de içiliyor.

neyse sonra içtim çorbayı. atatürk caddesi'nde heykel'e doğru yürüyorum. kafkas'ı geçtim. de facto'nun vitrininin önünde 30 cm yüksekliğinde, 10 cm genişliğindeki yerde oturdum. tektük insanlar geçiyor. heykel'i yaşıyorum. bursa'yı yaşıyorum. baktım yarım kiloluk baklava kutusu yanımda duruyor. hem de kafkas'tan. bir açtım kutuyu 8 tane baklava kalmış. 1 tanesi yarı yarıya ikiye ayrılmış. onun dışındaki 7 tanesini yedim. hanginiz bıraktıysa artık... helal edin.

heykel

bursa'nın taksim'i, kızılay'ı, saat kulesi... dört ayağı yerde at üstünde atatürk heykelinden ismini alır. aşığım ben heykel'e. gündüz kalabalıktır. akşam kışın 9, yazın 10'dan sonra tektük insan kalır. gerçek sahipleridirler belki. her gün buradayım. ömrüm burada geçti. eskiden daha güzeldi. şimdi çirkin insan sayısı arttı. önündeki atatürk caddesi, bursa'nın en meşhur caddesi.

o salak kırmızı tren ve caddenin para için otoparka çevrilmesi yüzünden trafik oluyor. koca bursa'nın, yeşil'e giden yolu tek şerit ve o da tıkanınca 30 dakika oluyor 2 dakikalık yol. bu salak tren bomboş, minicik toplu taşıma otobüsleri 200 kişi. trafik sorununu bitirmek çok kolay: o salak treni kaldırın. o salak park sistemini kaldırın. hukuki değil zaten. para istediklerinde "hukuki değil bu yaptığın!" deyin. terbiyesizlik yapmaya devam ederse "polisi arayabilirsin." deyin. baktı vermeyeceksin elindeki makinayla işlem yapamaz. çünkü o makinaya plakanı kaydedince para almadığında hesapta açık çıkar.

yol kenarları halkındır. belediyenin değil. nereye gidiyor o paralar? bu işin muhasebe defterini koyun internete herkes görsün. ulaşımın da!

heykel kaldırımlarındaki ağaçların dallarının, o salak binalara değmemesi için budanmasına, kesilmesine çok üzülüyorum. atatürk ağacı kestirmedi de köşkü kaydırdı. 30-40 senelik 10 katlı, o salak ve depreme dayanıksız binaların ekonomiye hiçbir katkısı yok. yeşil bursa'yı bitiren bunlar. yıkılıp yerlerine ağaçlar dikilmeli. zaten devlet yıkmazsa deprem yıkacak. (bkz: 1855 bursa depremi)

osmanlı ve cumhuriyetin ilk yıllarından kalma o şirin ermeni, rum ve türk evleri ile osmanlı eserleri dışında, 30-40 senelik ev ve işyerleri yıkılıp ağaç dikilmeli heykel ve çevresi, uludağ ile birleştirilip oluşacak dev orman parkla yeşil bursa'nın bir kısmı geri gelir.

böylece 500 senelik osmanlı cami, medrese, hamam ve nicesiyle dünyanın en büyük açık hava müzesi oluşturulur. insanlığa hizmet böyle yapılır. bursa'yı o zaman tüm dünya tanır. new york, londra, roma, barcelona, paris, moskova, berlin'den her gün uçak dolusu turist bursa'ya gelir. turizmdir bu. kültürdür bu. böylece bursa kazanır. türkiye kazanır. insanlık kazanır.

bu konuyla ilgili başka bir yazım: (bkz: sözlük yazarlarının itirafları/#35896216)

bursa şehir kütüphanesi

heykel tarafından gelip, setbaşı köprüsü'nü geçtiğiniz gibi gökdere kenarında mükemmel yapıdaki kütüphane. bursa'nın en meşhur kütüphanesi. her gün önünden geçer, sık sık ziyaret ederim. sonuçta bizim mahalle. 2 kat binanın 2 veya 3 zemin katı var.

aşığım ben bu binanın mimarisine. ikinci katına çıkıp caddeye bakmanızı şiddetle tavsiye ederim.

çok temiz bir ortam. ama ne zaman pisuvar çeşmesini açık görsem kaparım. siz de kapayın. ülkemiz su fakiri. sanırım temizlik görevlileri amirleri "temizlemiyorlar" demesin diye bu hatayı yapıyorlar ve uzun süre boş yere açık bırakıyorlar. uyarmak gerek!

bursa'nın tarihi ve en güzel yapılarından biri. gerçek bursa böyle olmalıydı. yani bursa'daki tüm evler, işyerleri bu kütüphane ile aynı üslupta yapılmalıydı. gökdereye bakan, setbaşı köprüsü'nün altındaki balkonu daha işlek olmalı. yani oraya da kitap okumak için birkaç masa sandelye konmalı.

kütüphane ziyaretçilerinin %95'i üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler. şu sıralar 24 saat açık tutulma kararı alınmış. çok da güzel olmuş. tabi gönül ister ki o %95, dandik bir sınav için değil de gerçek bir araştırma için, kültür için, kitap için orada olsa. pırıl pırıl gençler saatlerce test kitaplarına gömülüp hayatlarının en güzel yıllarını ıskalıyorlar. baya termosla gelip sabahlayanlar gördüm.

kütüphanenin hemen doğusundaki osmanlı camisiyle arasındaki, 20 basamaklı küçük bir merdiven sizi ırgandı köprüsü'ne götürür. o 20 basamaklı merdivenden indiğiniz gibi, kütüphanenin doğusundaki caminin altında yani kuzeyinde kılıç kalkan evi'ni görürsünüz. kılıç kalkan evi ile caminin arasında ise 7/24 yaz kış demeden kılıç kalkan oynayan iki tane dayı size "merhaba" diyecek.

kütüphanenin tam karşısında mahfel var. kütüphanenin ana kapısından çıkıp doğuya yöneldiğinizde, ulu bir ağacın arkasında yolun ikiye ayrıldığını görürsünüz. esaslı bir bayır olan sağdaki sizi önce namazgah'a, daha sonra da uludağ'a giden teleferik'e götürür. soldaki ise yeşil'e. bu ikilinin birkaç metre berisinde ipekçilik caddesi vardır.

tabi tüm bu muhitlerde birinde benimde oturduğum, 30-40 senelik 5-6 katlı betonerme ev ve işyerleri, tüm tarihi güzelliklerin içine etmiş. arada az sayıda bu kütüphane gibi eski mimari üsluplarla yapılan şahane yapılar var. bu güzelliklerin ortaya çıkması, bursa'nın tekrar yeşil bursa olması için, bu 5-6 katlı depreme dayanıksız salak binalar, ev ve iş yerleri yıkılıp yerlerine ağaçlar dikilmeli. böylece oluşturulacak dev orman park ile muhit yani setbaşı ve heykel, uludağ ile birleştirilmeli.